Bir zamanlar sadece eğlence aracı olarak görülen video oyunları, bugün çok daha fazlası. Ebeveynlerin korkulu rüyası, öğretmenlerin ise genelde mesafeli durduğu bu dijital dünya, aslında potansiyel bir sınıfa dönüşebilir mi? Cevap kesinlikle evet. Ama yalnızca doğru bakmayı bilirsek.
Ben küçükken SimCity oynarken neyin farkında değildim biliyor musunuz? Ekonomi öğreniyordum. Şehir planlaması, bütçe yönetimi, kriz anlarında stratejik düşünme… Hatta toplum memnuniyetini bile göz önünde tutmam gerekiyordu. Oyun bana ders çalıştırmadı ama bana bir şeyler düşündürdü, anlamlar öğretti. İşte eğitimin özü burada başlıyor: Ezberletmek değil, düşündürmek.
Bugünlerde eğitim sisteminin içinde kaybolan birçok öğrenci, tahtada yazanları takip edemiyor ama Minecraft ile kendi başına bir dünya inşa edebiliyor. Kimi zaman bu, öğretmeninin sorduğu matematik probleminden daha anlamlı geliyor. Çünkü dokunuyor, yapıyor, yanılıyor, düzeltiyor… Yani öğreniyor. Üstelik oyun oynarken bunu “öğrendiğini” bile fark etmiyor. Zaten öğrenmenin en sihirli hali de bu değil mi?
Peki oyunlar eğitim için nasıl kullanılabilir? Bu noktada iki ana yaklaşım var: Birincisi, doğrudan eğitim amaçlı tasarlanmış oyunlar. Mesela Kerbal Space Program ile uzay mühendisliğine dair temel fizik ilkelerini öğrenmek mümkün. Ya da Civilization serisinde, tarihteki büyük medeniyetlerin kararlarını ve sonuçlarını görerek tarihsel düşünme becerisi kazanmak. Bir öğretmenin sınıfta saatlerce anlatacağı şey, oyunda birkaç turda daha etkili bir şekilde deneyimlenebilir.
İkincisi ise belki de daha güçlü: Eğitimsel potansiyeli olan ama aslen eğlence amaçlı yapılmış oyunlar. Portal serisi mesela. Fizik kurallarını anlamadan ilerleyemiyorsun. The Witness gibi oyunlar, soyut mantık yürütme becerisini geliştiriyor. Hatta Assassin’s Creed oyunlarının “Discovery Tour” modu, savaşsız, görev içermeyen, sadece tarihi mekanları ve dönemleri öğrenmeye yönelik bir gezinti imkânı sunuyor. Kim demiş oyunla tarih öğrenilmez diye?
Elbette bu sürecin bazı dikkat edilmesi gereken yönleri var. Her oyun eğitim için uygun değil. Ve her çocuğun veya gencin gelişim düzeyi de aynı değil. Bazen bir oyun, kötü tasarlandığında eğlenceli bile olsa zararlı içerikler taşıyabilir. O yüzden, öğretmenlerin ya da ebeveynlerin “oyun” denilince refleks olarak karşı çıkmak yerine, doğru oyunu bulma çabasına girmesi gerekiyor. Çünkü oyunlar, gençlerin en çok vakit geçirdiği, en çok motive oldukları yerler. Neden bu alanı eğitimle dost hale getirmeyelim?
Bir de meseleye pedagojik açıdan bakalım. Oyunlar, aktif öğrenmeyi destekler. Oyuncu sürekli karar verir, sonuçlarını görür, bazen başarısız olur, tekrar dener. Bu, klasik sınıf ortamından çok daha etkileşimli bir öğrenme biçimi. Üstelik geri bildirim anlıktır. Bu, öğrenmenin doğrudan hızını artırır. Ayrıca oyunlar, pek çok öğrenme stiline hitap eder: görsel, işitsel, kinestetik fark etmez. Herkes bir şekilde içinde kendini bulur.
Burada öğretmenlere büyük bir görev düşüyor. Eğitimci olmak, sadece bilgiyi anlatmak değil, o bilgiyi aktarma yöntemini seçmektir. Eğer bir öğrenci, Cities: Skylines oynarken şehir altyapısını anlamaya başlıyorsa; bu oyunu ders materyali olarak kullanmak neden yanlış olsun?
Türkiye’de hâlâ “oyun zararlı” algısı güçlü. Ama oyunla gelen öğrenme, klasik yöntemlerin dayattığı zorunluluklardan kurtulunca daha kalıcı oluyor. Ayrıca dijital okuryazarlığın bu kadar kritik olduğu bir çağda, oyunlar sayesinde teknolojiyle haşır neşir olan çocuklar, dijital çağa daha hazır bireyler haline geliyor. Programlamaya ilgi duyan bir genç, belki Roblox Studio’da kendi oyununu yaparken yazılımın temellerini öğreniyor. Bu sadece oyun değil, bir gelecek inşası aslında.
Üstelik oyunlar artık bireysel değil, sosyal öğrenme ortamlarına da dönüştü. Co-op oyunlar, takım çalışmasını; MMO’lar ise çevrimiçi iletişimi, iş birliğini ve sosyal sorumluluğu öğretiyor. Bugünün dünyasında bu beceriler, notlardan çok daha belirleyici hale geldi. Oyuncular arası tartışmalar, strateji belirleme süreçleri, görev paylaşımı… Bunlar tamamen gerçek hayatın simülasyonu gibi.
Bundan 20 yıl önce “çocuğun bilgisayar başında saatlerce oturuyor” denirken, şimdi o çocuklar dünya çapında e-sporcular oldu, yazılım geliştiricisi oldular, yapay zekâ şirketlerinde çalışıyorlar. Belki de temel kıvılcımı o oyunlar çaktı.
Sonuç olarak; oyun, doğru kullanıldığında zararlı değil, aksine eğitimin yeni ve etkili bir dili. Öğretmenlerin de, ailelerin de, sistemin de bunu anlaması gerekiyor. Evet, her oyun eğitici değil. Evet, sınırsız oyun zamanının zararları olabilir. Ama bu, bıçağın keskin olması gibi. Nasıl ki bıçak hem zarar verebilir hem de yemek hazırlamaya yarar; oyun da aynı şekilde, amacı ve kullanımıyla anlam kazanır.
Yeter ki biz, oyunlara karşı önyargıdan değil, meraktan bakalım. Çünkü belki de eğitimde yıllardır aradığımız devrim, çocukların ellerindeki gamepad’dedir.