Çocukken bir oyunu bitirmek diye bir şey yoktu aslında. Oyunun sonu diye bir kavramdan çok, sürekli oynanacak bir dünya vardı elimizde. Mesela GTA: Vice City’de görev yapmasan da saatlerce sokakta dolaşabilir, radyoda “Video Killed the Radio Star” çalarken sabaha kadar denize bakabilirdin. Oyunu “bitirmek” o zamanlar sadece kasıtlı bir eylem değil, farkında olmadan yaşanılan bir süreçti. Ama şimdi? Şimdi oyunlar “bitirilecek işler” listesine girdi.
Steam kütüphanemize şöyle bir bakalım. Yüzlerce oyun, çoğu hiç açılmamış. Kimi “bir ara bakarım” diye alınmış, kimi bir indirimle gelen nostalji coşkusunun kurbanı. Fakat ne kadarını gerçekten bitiriyoruz? Hadi bitirmeyi geçtim, ne kadarını deneyimliyoruz?
Eskiden bir oyunu bitirmek bir başarıydı. Sadece zaman değil, sabır da isterdi. Prince of Persia: The Sands of Time’ı hatırlayanlar bilir, yanlışlıkla kaydedip sonsuza kadar tuzağa düşmek mümkündü. O oyunu bitiren biri, sadece bir hikâyeyi değil, bir irade testini de geçmiş olurdu. Ama bugünlerde “bitirmek” bazen sadece başlıkları temizlemek gibi: “Bu da bitti, sırada ne var?”
Ama ya bir oyunu bitirmek aslında onunla vedalaşmaksa?
Bazı oyunlar var, bitince bir boşluk bırakıyor. The Last of Us, Red Dead Redemption 2 ya da Life is Strange. Oyunun son sahnesi geliyor, bittirme ekranı yavaşça akıyor ve sen ne yapacağını bilemiyorsun. Çünkü sadece bir oyun bitmedi, bir hikâye bitti. Karakterler seni terk etti. O dünyadan ayrıldın. Sadece eğlence değil, duygusal bir bağ da bitti.
Oyunlar artık sadece oyun değil. İçinde sinema var, roman var, hatta bazen terapi var. Kimi zaman kendi iç sesinle yüzleşiyorsun bir oyun sırasında. Hellblade: Senua’s Sacrifice gibi yapımlar, oyuncuyu bir karakterin zihninin derinliklerine sürüklüyor. Böyle bir oyunu bitirmek, sadece boss dövüşlerini geçmek değil; bir karakterin acısını, kaygısını, çaresizliğini paylaşmak.
Peki ya bazı oyunlar bitmesin diye oynanıyorsa? Stardew Valley, Minecraft, ya da The Sims… Belki de bu oyunlarda bir son yoktur çünkü oyuncu da bir son istemez. Hayat gibi akar giderler. Orada yaşarsın, üretirsin, düşersin, kalkarsın. Ve belki de gerçek bağ, oyunu bitirmek değil, onunla birlikte yaşlanmaktır.
Bir oyunu bitirmek, sadece oyunun sonunu görmek değil. Bazen hayatın belli bir dönemine veda etmektir. O oyunu oynadığın zamanı, ruh halini, o dönemdeki seni geride bırakmaktır. Belki o yüzden bazı oyunları yıllar sonra açıp baştan oynamak isteriz. Çünkü sadece oyunu değil, o eski “kendimizi” de tekrar yaşamak isteriz.