İlk bakışta, bir “teen slasher” filmi havası taşıyan bu oyun, zamanla daha derin, daha akıllıca ve kesinlikle daha unutulmaz bir deneyim haline geliyor. Oyunun ilk dakikalarında hissettiğiniz “acaba bu klasik bir korku oyunu mu?” sorusu, saatler ilerledikçe yerini “ben az önce ne yaşadım?” gibi düşüncelere bırakıyor. Bu da Until Dawn’ı sadece bir oyun değil, aynı zamanda etkileyici bir etkileşimli anlatı haline getiriyor.
Oyun, sekiz genç arkadaşın bir dağ evine gitmesiyle başlıyor. Bu senaryo, korku sineması severlere tanıdık gelecektir. Yükseklerde, izole bir konumda, iletişimin kesik olduğu bir dağ evi. Klişe mi? Evet. Ama işleniş tarzı ve zamanla gelişen olaylar oyunu bu klişelerden sıyırıyor. Oyunun ilk dakikaları size karakterleri tanıtmakla geçiyor ve bu karakterler, tipik gençlik korku filmi stereotiplerinden oluşuyor gibi dursa da, ilerledikçe derinleşiyorlar. Oyuncular olarak bu karakterlerin başlarına ne geleceği sizin ellerinizde. İşte Until Dawn’ın fark yarattığı nokta da tam burası.
Karakterlerinizin kaderi sizin seçimlerinize bağlı. “Kelebek etkisi” sistemi burada devreye giriyor. Oyunun en büyük ve belki de en cesur tasarım tercihi bu sistem. Basit gibi görünen bir karar, çok sonralarda bambaşka bir olaya sebep olabiliyor. Elinizdeki silahı birine doğrultup doğrultmamanız, bir karakteri koruyup korumamanız ya da sadece bir konuşma sırasında sergilediğiniz bir tutum, oyunun gidişatını değiştirebiliyor. Bu da sizi sürekli tetikte tutuyor. “Şimdi bunu söylersem ne olur?” düşüncesiyle hareket ettiğiniz bir oyundan bahsediyoruz. Bu da Until Dawn’ı oynarken sürekli gergin olmanıza, gerçek bir korku filmi yönetmeni gibi davranmanıza sebep oluyor.
Oyunun başarısında en büyük paylardan biri, kesinlikle performanslarda. Rami Malek’in canlandırdığı Josh başta olmak üzere her bir karakter başarılı bir şekilde modellenmiş ve seslendirilmiş. Yüz animasyonları, özellikle sinematik sahnelerde oldukça etkileyici. Oyunun bazı anlarında gerçekten bir film izliyormuş gibi hissediyorsunuz. Kamera açıları, geçişler, karakterlerin mimikleri… Tüm bunlar bir araya gelince ortaya etkileyici bir anlatım çıkıyor. Özellikle PS4 için geliştirilen bu versiyonun donanımsal gücünden sonuna kadar yararlanıldığı çok açık.
Kontroller oldukça basit ve oyuncuyu zorlamıyor. Quick Time Event (QTE) sistemine dayanan yapısı sayesinde her oyuncu rahatlıkla adapte olabiliyor. Burada önemli olan refleksleriniz ve kararlarınız. Örneğin, aniden karşınıza çıkan bir tehdide nasıl tepki verdiğiniz, bir tuşa hızlı basıp basamamanız hayat kurtarıcı olabiliyor. Bazı oyuncular bu QTE sistemini sıkıcı bulabilir ama Until Dawn gibi bir anlatı oyununda bu yapı, aksiyonu dozunda ve heyecanlı tutmayı başarıyor.
Grafik anlamında ise PS4’ün gücünden sonuna kadar faydalanılmış. Işıklandırmalar, gölgeler, karakter detayları, çevresel efektler… Hepsi bir araya gelince ortaya etkileyici bir atmosfer çıkıyor. Karanlık ormanlar, terkedilmiş madenler, kanlı notlar ve korku dolu işaretlerle dolu kabinler. Bunlar sizi sürekli tedirgin ediyor. Atmosferin gücü öyle ki, bir odanın içinde tek başına dolaşmak bile insana rahatsızlık veriyor. Kamera açılarının özellikle sabit tutulması ya da sinematik perspektiflerden olayları izlemeniz, gerilim hissini iki katına çıkarıyor.
Ses ve müzikler ise bu atmosferin yapı taşlarından biri. Gerilimi yükselten tınılar, sessizliğin ortasında duyulan hafif bir uğultu, derin bir nefes sesi… Bunlar sayesinde oyunda kendinizi hiçbir zaman güvende hissetmiyorsunuz. David Garcia Diaz’ın besteleri, oyunun temposunu çok iyi takip ediyor ve doğru yerlerde sizi iyice sıkıştırıyor. Hatta bazen, müzikler kesildiğinde bile gerilim tavan yapıyor çünkü artık sessizlik bile tehdit gibi geliyor. Bu da müziğin ne kadar etkili kullanıldığını gösteriyor.
Oyunun hikayesi ise başta klasik gibi görünse de zamanla alt metinleriyle, sürprizleriyle sizi içine çekiyor. İlk başta gençler arası çekişmeler ve duygusal dramlarla başlayan olaylar, zamanla doğaüstü bir boyut kazanıyor. Spoiler vermeden anlatmak zor ama ikinci yarısında işler tamamen değişiyor diyebilirim. Bir noktadan sonra oyunun türü bile dönüşüyor; “slasher” olmaktan çıkıp bir hayatta kalma-korku öyküsüne evriliyor. Özellikle karakterler arasında oluşan bağlar ve geçmişlerine dair ipuçları, bu hikâyeyi sadece korkutucu değil, aynı zamanda trajik de kılıyor. Özellikle bazı karakterlerin hikayesini öğrendikçe onları kurtarmak için ekstra çaba gösteriyorsunuz. Bu da duygusal bir bağ kurmanızı sağlıyor.
Yine de oyun mükemmel mi? Hayır. Bazı küçük teknik sıkıntılarla karşılaşabiliyorsunuz. Özellikle karakterlerin yürüyüş animasyonları biraz yapay durabiliyor. Bazı geçişler keskin ve mekanik hissettirebiliyor. Ancak bu kusurlar, genel deneyimi büyük ölçüde bozmuyor. Ayrıca, bazı oyuncular için tek bir oynayış yeterli olabilir çünkü oyunun temposu yavaş ilerleyebiliyor. Ama farklı kararlar alarak yeni sahneler görmek isteyenler için tekrar oynanabilirlik potansiyeli oldukça yüksek.
Until Dawn’ın en güçlü yönlerinden biri de arkadaş ortamında oynandığında yaşattığı kolektif deneyim. Birlikte kararlar vermek, karakterleri birlikte tartışmak ve birinin ölümünden sonra “senin yüzünden oldu!” tartışmalarına girmek, bu oyunu daha da eğlenceli hale getiriyor. Tek başına oynandığında ise etkisi daha karanlık, daha kişisel bir korku deneyimine dönüşüyor.
Bu oyun, oyuncuya karakterler üzerinde büyük sorumluluk veriyor. Ve bazen bir karakterin ölümü sadece yanlış bir tuşa geç basmanızla gerçekleşiyor. Bu acımasız yapı, oyunun kalıcılığını arttırıyor. Her ölüm sizi etkiliyor. Çünkü siz karar verdiniz. Siz yönlendirdiniz. Ve sonuçlarıyla da siz yüzleşmek zorundasınız.
Ayrıca belirtmek gerek ki, Until Dawn Türkçe dil desteği sunmuyor. Bu, atmosferik bir oyun için küçük ama önemli bir eksiklik. Diyalogların yoğun olduğu, ipuçlarının çoğunun yazılı anlatımla verildiği bu yapımda, İngilizce bilmeyen oyuncular hikâyeyi tam olarak takip edemeyebilir. Bu nedenle yerelleştirme eksikliği, erişilebilirlik anlamında olumsuz bir puan.